Rusya'daki Dev Deliğin Sırrı Çözülemiyor
Temmuz ayında Rusya'nın kuzeyinde yer alan Yamal Yarımadası'nın uydudan çekilen
bir görüntüsü bilim adamlarını şaşkına çevirmişti...
Yaklaşık 80 metre derinliğe sahip olduğu sanılan dev deliğin internete düşen fotoğrafları tüm dünyada merak uyandırdı.
Rus bilim adamları bu esrarengiz deliği daha yakından incelemek üzere 80 metre derine indi ve buradan örnek topladı...

Bilim adamları buldukları verileri inceleyerek önümüzdeki günlerde düşüncelerini paylaşmayı planlıyorlar.
Bu dev deliğin nasıl oluştuğu hakkında yorumlarınızı bekliyorum sevgili okurlar. Sizce bir meteor mu? yoksa uzaylılar mı?
Yaklaşık 80 metre derinliğe sahip olduğu sanılan dev deliğin internete düşen fotoğrafları tüm dünyada merak uyandırdı.
Rus bilim adamları bu esrarengiz deliği daha yakından incelemek üzere 80 metre derine indi ve buradan örnek topladı...

Bilim adamları buldukları verileri inceleyerek önümüzdeki günlerde düşüncelerini paylaşmayı planlıyorlar.
Bu dev deliğin nasıl oluştuğu hakkında yorumlarınızı bekliyorum sevgili okurlar. Sizce bir meteor mu? yoksa uzaylılar mı?
İsveç'deki Kayalar Ne Anlama Geliyor
Arkeologlar, Ales Stenar (Ales’in Kayaları) olarak bilinen yapının, yaklaşık bin yıl önce, Demir Çağı’nda inşa edildiğini ve bir mezarlık anıtını temsil ettiğini düşünüyor. Ancak yeni bir araştırma, kayaların İskandinavya’da Tunç Çağı'nın yaşandığı iki bin 500 yıl öncesine ait olduğunu ve tıpkı İngiltere’deki Stonehenge gibi, bir astronomik takvim görevi gördüğünü öne sürüyor.
International Journal of Astronomy and Astrophysics dergisinde geçtiğimiz ay yayımlanan araştırmada, Mörner, Ales’in Kayaları’nın bir astronomik takvim olarak nasıl işlev gördüğünü anlattı.
İsveçli bilim insanı ve ekibi, Güneş’ın kış ve yaz gündönümlerinde Ales’in Kayaları etrafındaki belli noktaları aydınlattığını, antik İskandinavların bu şekilde dini ritüellerin tarihlerini veya hasat zamanını belirlediklerini öne sürdü.
Araştırmacılar ayrıca, bir geminin dış hatlarına benzeyecek şekilde dizilen kayalarla Stonehenge’in belli geometrik özelliklerinin uyuştuğunu belirtti. Stohenge’in ne amaçla inşa edildiğine dair günümüzde tartışmalar devam etse de, Mörner her iki antik yapının da dev bir astromi takvimi olduğunu düşünüyor.
Mörner, esrarengiz kayaların, Tunç Çağı’nda Avrupa ve Akdeniz’de gezen ve ticaret yapan bir İskandinav topluluk tarafından inşa edildiğini ve Stonehenge’den ilham alındığını öne sürdü: “Ales’in Kayaları bir takvim. Bunun yanında bize antik İskandinavya, İngiltere ve Yunanistan hakkında da daha önceden bilmediğimiz bilgiler sunuyor” dedi.
İsveçli bir arkeolog ve Fornvännen arkeoloji dergisinin editörü olan Martin Rundkvist, “Kayalardan oluşan geminin bir gök takvimi olduğu düşüncesi akademi çevrelerindeki arkeologlar tarafından destek görmeyen bir teori... Tersine, Ales’in Kayaları özenle inşa edilmiş bir mezarlık anıtı olmalı” diyerek en son araştırmaya karşıt bir görüş belirtti.
İsveç’in kırsal bölgeleri, birçoğu gemileri andıran çok sayıda anıt yapı bulunduruyor. Bu anıtların birçoğu, İsveç’in Demir Çağı’na, M.S 500-1000 yıllarına işaret ediyor. Rundkvist, bu anıtların neredeyse tümünün mezarların yerlerini gösterdiğini savunuyor.
Arkeologlar, Ales’in Kayaları’nın yaşını yapılan ilk karbon tarih saptama yöntemiyle bin 400 yıl olarak belirlemişti. Bu tarih, Mörner’in öne sürdüğü tarihin yaklaşık bin 100 yıl sonrasına denk geliyor.
Rundkvist, dev kaya yapıyı inşa edenlerin de gezici-tüccar bir topluluk olmadığını savunuyor. İsveçli arkeolog, “Ales’in Kayaları”nın, denizci bir topluluk tarafından inşa edildiğini ve dev kayaların öküz, köle, ip, kızak, ahşap kürekler ve basit demir aletler kullanılarak yerlerine konduğunu düşünüyor.
Rundkvist, “Burası Beowulf’un (Konusu Demir Çağı’ndaki İskandinavya’da geçen eksi bir İngiliz destanı) dünyası” diyerek antik yapının eski kültürle olan bağlantısına da değindi.
İskandinav toplumların kültüründe çok önemli bir yer tutan gemiler, önemli insanların mezarlarını işaretlemek için inşa edilen anıtlara da ilham vermiş olabilir. Ales de, İskandinav folkloruna göre, Ale adındaki bir kralın mezarını gösteriyor. Rundkvist, bu bulgulara dayanarak, Mörner’in, “hiçbir kanıtı olmayan bir bir teoriyi savunduğunu” belirtti.
ALINTI milliyet.com.tr
On Dört Yaşına Gelen Kızlar İçin İlginç Gelenek
Böyle gelenek olur mu?
2 bin 500 yıl kadar önce Mısır'da başladığı tahmin edilen sonraları Yeni Gine, Mısır, Etiyopya olmak üzere Afrika'daki birçok ülkede yaşayan Müslüman topluluklarda ve Avusturya Aborjinleri'nde yaygın hale gelen bir gelenek...
Bu geleneğe göre kadınların vajinasının dudakları kesilip atılır...
Anestezi kullanılmadan, uyuşturmadan, açık jiletle gerçekleştirilen bu işlem kan kaybından ölümlere bile neden olmaktadır...
Sünnet işlemi sırasında ülkeler farklı kesici aletler kullanmaktadır. Avustrulya Aborjinleri ise birden fazla farklı alet kullanarak klitoris kesimini gerçekleştirir...
1: Prepusla birlikte klitorisin bir kısmının veya tamamının kesilmesi işlemi sırasında ülkeler farklı kesici aletler kullanmaktadır. Avustrulya Aborjinleri ise birden fazla farklı alet kullanarak klitoris kesimini gerçekleştirir...
2: Klitoris, prepus ve çevredeki küçük (Labia minör) ve bir kısım büyük dudakların (Labia majör) kesilmesi...
3: Klitoris ve prepus ile birlikte küçük ve büyük dudakların neredeyse tümüyle kesilmesi, açık yaranın dış çeperlerinin bir araya getirilerek yaranın tümüyle dikilmesi, sadece idrar ve aybaşı kanamasının akabileceği ve ancak küçük parmak genişliğinde olan bir açıklık bırakılması...
4: Diğer genital tahripler: Sembolik olarak klitorisi veya dudakları çizmek; klitorisi dağlamak; vaginayı genişletecek şekilde kesmek veya bazı ilaçlarla daraltmak...

Kız çocukları genellikle 14 yaşına kadar sünnet ediliyorlar ancak, evlenmeden önce veya hamile kadınlarda doğumdan önce sünnete de rastlanabiliyor...
Bu eylemin amacının, kadınların haz için değil sadece üreme için cinsel ilişkiye girmesine olanak sağlayıp, cinsel özgürlüğünü ortadan kaldırmak olduğu biliniyor...
Kız çocukları genellikle 14 yaşına kadar sünnet ediliyorlar ancak, evlenmeden önce veya hamile kadınlarda doğumdan önce sünnete de rastlanabiliyor...
Bu eylemin amacının, kadınların haz için değil sadece üreme için cinsel ilişkiye girmesine olanak sağlayıp, cinsel özgürlüğünü ortadan kaldırmak olduğu biliniyor...
eleneksel olarak yaşlı kadınların yaptığı sünnet günümüzde ebeler, hemşireler ve hatta doktorlar tarafından da yapılabiliyor...
BM verilerine göre, her yıl yaklaşık 2 milyon kız çocuğu, sünnet nedeniyle hayatını kaybetme tehlikesi yaşıyor...
UNICEF tarafından yapılan en son tahminlerde, 29 ülkede en az 120 milyon kız çocuğunun ve kadının kadın sünnetine maruz kaldığı, 15 yaşından küçük 30 milyon kız çocuğunun halen risk altında olduğu belirtiliyor...
2 bin 500 yıl kadar önce Mısır'da başladığı tahmin edilen sonraları Yeni Gine, Mısır, Etiyopya olmak üzere Afrika'daki birçok ülkede yaşayan Müslüman topluluklarda ve Avusturya Aborjinleri'nde yaygın hale gelen bir gelenek.
2 bin 500 yıl kadar önce Mısır'da başladığı tahmin edilen sonraları Yeni Gine, Mısır, Etiyopya olmak üzere Afrika'daki birçok ülkede yaşayan Müslüman topluluklarda ve Avusturya Aborjinleri'nde yaygın hale gelen bir gelenek...
1: Prepusla birlikte klitorisin bir kısmının veya tamamının kesilmesi işlemi sırasında ülkeler farklı kesici aletler kullanmaktadır. Avustrulya Aborjinleri ise birden fazla farklı alet kullanarak klitoris kesimini gerçekleştirir...
2: Klitoris, prepus ve çevredeki küçük (Labia minör) ve bir kısım büyük dudakların (Labia majör) kesilmesi...
3: Klitoris ve prepus ile birlikte küçük ve büyük dudakların neredeyse tümüyle kesilmesi, açık yaranın dış çeperlerinin bir araya getirilerek yaranın tümüyle dikilmesi, sadece idrar ve aybaşı kanamasının akabileceği ve ancak küçük parmak genişliğinde olan bir açıklık bırakılması...
4: Diğer genital tahripler: Sembolik olarak klitorisi veya dudakları çizmek; klitorisi dağlamak; vaginayı genişletecek şekilde kesmek veya bazı ilaçlarla daraltmak...

Kız çocukları genellikle 14 yaşına kadar sünnet ediliyorlar ancak, evlenmeden önce veya hamile kadınlarda doğumdan önce sünnete de rastlanabiliyor...
Bu eylemin amacının, kadınların haz için değil sadece üreme için cinsel ilişkiye girmesine olanak sağlayıp, cinsel özgürlüğünü ortadan kaldırmak olduğu biliniyor...
Kız çocukları genellikle 14 yaşına kadar sünnet ediliyorlar ancak, evlenmeden önce veya hamile kadınlarda doğumdan önce sünnete de rastlanabiliyor...
Bu eylemin amacının, kadınların haz için değil sadece üreme için cinsel ilişkiye girmesine olanak sağlayıp, cinsel özgürlüğünü ortadan kaldırmak olduğu biliniyor...
eleneksel olarak yaşlı kadınların yaptığı sünnet günümüzde ebeler, hemşireler ve hatta doktorlar tarafından da yapılabiliyor...
BM verilerine göre, her yıl yaklaşık 2 milyon kız çocuğu, sünnet nedeniyle hayatını kaybetme tehlikesi yaşıyor...
UNICEF tarafından yapılan en son tahminlerde, 29 ülkede en az 120 milyon kız çocuğunun ve kadının kadın sünnetine maruz kaldığı, 15 yaşından küçük 30 milyon kız çocuğunun halen risk altında olduğu belirtiliyor...2 bin 500 yıl kadar önce Mısır'da başladığı tahmin edilen sonraları Yeni Gine, Mısır, Etiyopya olmak üzere Afrika'daki birçok ülkede yaşayan Müslüman topluluklarda ve Avusturya Aborjinleri'nde yaygın hale gelen bir gelenek.
Rusya'da Uydular Dev Bir Delik Keşfetti
Yarımada üzerinde devasa bir delik tespit eden bilim adamları, uydu görüntülerinin incelenmesinin ardından çarşamba günü olay yerine gitmişti.
Yaklaşık 80 metre derinliğe sahip olduğu sanılan dev deliğin internete düşen fotoğrafları tüm dünyayı şoke etmişti.
Bilim adamları bölgede incelemelerini sürdürüyor.
Deliğin yanından çekilen fotoğraflar basınla paylaşıldı.
Küresel ısınma nedeniyle yeraltı gazlarının ani genleşmesi sonucu bir patlama meydana geldiği, çoğu araştırmacının ortak tahmini...
Bir diğer teori ise deliğin meteor düşmesi sonucu oluştuğu...
Ancak böylesine ciddi hasara yol açacak bir meteorun uzay gözlemcileri tarafından fark edilmemesinin mümkün olmadığı belirtiyor.
Bölgede bulunan Rus bilimadamları arazi üzerinden hava, su ve toprak örneği aldı.
Deliğin etrafında oluşan kanalları inceleyen uzmanlar, deliğin bir patlamanın sonucu olmaktan çok, bir çöküntü olduğunu tahmin ediyor.
Deliğin bulunduğu yarımadadan toprak, hava ve su numunesi alan bilim adamları, meydana gelen deliğin aşırı ısınmadan kaynaklandığını belirledi.
Küresel ısınma neticesinde neredeyse yüzde 80'i buzla kaplı bölgede buzların erimesinin yol açtığı deliğin esrarı böylece çözülmüş oldu.
Bilim adamları bölgede incelemelerini sürdürüyor.
Deliğin yanından çekilen fotoğraflar basınla paylaşıldı.
Küresel ısınma nedeniyle yeraltı gazlarının ani genleşmesi sonucu bir patlama meydana geldiği, çoğu araştırmacının ortak tahmini...
Bir diğer teori ise deliğin meteor düşmesi sonucu oluştuğu...
Ancak böylesine ciddi hasara yol açacak bir meteorun uzay gözlemcileri tarafından fark edilmemesinin mümkün olmadığı belirtiyor.
Bölgede bulunan Rus bilimadamları arazi üzerinden hava, su ve toprak örneği aldı.Deliğin etrafında oluşan kanalları inceleyen uzmanlar, deliğin bir patlamanın sonucu olmaktan çok, bir çöküntü olduğunu tahmin ediyor.
Deliğin bulunduğu yarımadadan toprak, hava ve su numunesi alan bilim adamları, meydana gelen deliğin aşırı ısınmadan kaynaklandığını belirledi.
Küresel ısınma neticesinde neredeyse yüzde 80'i buzla kaplı bölgede buzların erimesinin yol açtığı deliğin esrarı böylece çözülmüş oldu.
Yılan Sanılıyor Ama Değil... Türkiyede Yaşayan İlginç Hayvan... Köryılan
Türkiye'de tüm bölgelerde özellikle akarsu kenarları ve çalılık alanlarda görülebilen, bacakları olmadığı için sürünerek hareket eden oluklu kertenkeleler...
Uysal bir hayvan olmasına rağmen bazen yılana benzerliği nedeniyle zehirli sanılıp öldürülüyor...
Bursa Karacabey ilçesindeki longozda (su basar ormanı) da yaşayan oluklu kertenkeleler, isimlerini vücutlarının yan tarafındaki oluk şeklindeki girintili yapıdan alıyor.. "Yılan görünümlü kertenkele" olarak da bilinen bu hayvanların, diğerleri gibi bacakları bulunmuyor...
Bu nedenle sürünerek hareket eden oluklu kertenkeleler, bazı kişiler tarafından zehirli yılan zannedilip telef ediliyor...
Uludağ Üniversitesi (UÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Zooloji Müzesi Sorumlusu Prof. Dr. İsmail Hakkı Uğurtaş, yaptığı açıklamada, oluklu kertenkelenin halk arasında "kör yılan" olarak bilindiğini söyledi.
Oluklu Kertenkele ( Kör Yılan )
Vücut silindir şeklinde, bacaksız ve yılana benzer (L. ophi: yılan + saurus: kertenkele, a: olumsuzluk eki, podus: ayak). Göz kapakları ve kulak deliklerinin olmasıyla yılandan ayırt edilir. Ayrıca, mahmuz şeklinde arka bacak kalıntıları mevcuttur. Bunlar yaşlı fertlerde daha barizdir. Vücudun yan taraflarında, gövde ortasından anüse kadar, oluk şeklinde birer girinti bulunur. Bu girinti kısımlarda kemik plaklar olmadığından hayvanın kolaylıkla kıvrılması ve hareketi çabuklaşır ve hayvan soluk aldığında bu kısımlar dışarı doğru çıkarak akciğerlerin hacmini genişletir. Ergin ve genç bireylerin renk-deseni birbirinden çok farklıdır. Yurdumuzun her tarafında bulunur.
Uysal bir hayvan olmasına rağmen bazen yılana benzerliği nedeniyle zehirli sanılıp öldürülüyor...
Bursa Karacabey ilçesindeki longozda (su basar ormanı) da yaşayan oluklu kertenkeleler, isimlerini vücutlarının yan tarafındaki oluk şeklindeki girintili yapıdan alıyor.. "Yılan görünümlü kertenkele" olarak da bilinen bu hayvanların, diğerleri gibi bacakları bulunmuyor...
Bu nedenle sürünerek hareket eden oluklu kertenkeleler, bazı kişiler tarafından zehirli yılan zannedilip telef ediliyor...
Uludağ Üniversitesi (UÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Zooloji Müzesi Sorumlusu Prof. Dr. İsmail Hakkı Uğurtaş, yaptığı açıklamada, oluklu kertenkelenin halk arasında "kör yılan" olarak bilindiğini söyledi.
Oluklu Kertenkele ( Kör Yılan ) Vücut silindir şeklinde, bacaksız ve yılana benzer (L. ophi: yılan + saurus: kertenkele, a: olumsuzluk eki, podus: ayak). Göz kapakları ve kulak deliklerinin olmasıyla yılandan ayırt edilir. Ayrıca, mahmuz şeklinde arka bacak kalıntıları mevcuttur. Bunlar yaşlı fertlerde daha barizdir. Vücudun yan taraflarında, gövde ortasından anüse kadar, oluk şeklinde birer girinti bulunur. Bu girinti kısımlarda kemik plaklar olmadığından hayvanın kolaylıkla kıvrılması ve hareketi çabuklaşır ve hayvan soluk aldığında bu kısımlar dışarı doğru çıkarak akciğerlerin hacmini genişletir. Ergin ve genç bireylerin renk-deseni birbirinden çok farklıdır. Yurdumuzun her tarafında bulunur.
Gizemli Canavar Gollum Gerçek mi?
Sosyal medyada tartışma yaratan olayda Pekin’de kamp yapan Çinli turistlerden biri tuvalet ihtiyacını karşılamak için arkadaşlarından uzaklaştığı sırada canavarla karşılaştığını iddia etti. Adamın bitkilerin arasındaki saklanırken fotoğrafını çektiği yaratığın Yüzüklerin Efendisi filmindeki Gollum karakterine olağandışı benzerliği dikkat çekti.
Türkler İçin Söylenmiş Dünyadan Acayip Sözler
Dünyanın gözünden Türkler
Kimileri düşünceleriyle dünyaya yön veren birer filozof, kimileri icatlarıyla yeni ufuklar açan birer deha. Kimileri de büyük ordulara sahip komutanlar. Ortak noktalarıysa Türkler hakkında söz söylemiş olmaları. İşte dünyanın diğer milletleri gözünden Türkler ve tarihe not düşülen o sözler... Dünyada iki bilinmeyen vardır. Biri kutuplar, diğeri Türkler. Albert Sorel
Kılıcı insafsız bir beceriyle kullanan Türk'ün eli, yendiği insanların yarasını sarmakta da ustadır. Lord Byron
Türkler kahramadırlar, dostlarına zarar vermezler. Yüce Türk milleti tuttuğueli bırakmaz, sözünden dönmez, iyi ve kötü günlerde dostundan ayrılmaz. Böyle bir ulusla el ele vermek yeryüzünde her zorluğu yenmek için sonsuz bir güç ve yetenek kazanmak demektir. Comenius (Çek Bilgini)
Tarih, Türkler'den çok şey öğrendi. Onların elinden çıkma öyle eserler var ki bunlar Medeniyetin birer ziynetidir. Alman tarihçi
Büyük bir nezaketle yapılan konukseverlik adeti ve hayvanlara saygı alışkanlığı gibi faziletlerin inkarı da mümkün değildir. Edmondo De AMICIS
Türkçeyi öğrenmek benim için büyük bir mutluluk oldu. Çünkü Türk'ü anlamak için kendisiyle mutlaka tercümansız konuşmalıdır. Tercüman, ışığı örten zevksiz bir perde oluyor. Gelland (Fransız Bilgini)
Türklerin yalnız sonsuz bir cesareti değil, iradeleri sersemleştiren bir sihirbaz zekası vardır. İşte Türk, bu zekasıyla zafer kazanır, uygarlıklar yaratır ve insanlık dünyasında en şerefli hizmeti başarır. Zaten Avrupa'nın yarısını yüzyıllarca boyunduruk altına almak başka türlü mümkün olamazdı. Çarnayev (Rus Komutan)
Silahlı milletin en canlı örneği Türklerdir. Bu diyar köylüsünün orak, katibinin kalem ve hatta kadınlarının etek tutuşunda silaha sarılmış bir pençe kıvraklığı vardır. Türk ata biner gibi oturur, keşfe yollanan asker gibi uyanık yürür. Moltke
Artık Türklerle savaşmam. Onlar çok cesur ve iyi insanlar. Andreas Phitiades
"Türk gibi ölüme gülerek bakan bir eri başka hiçbir ulusta bulamazsınız. Yalnız ona iyi bir komutan gerektir. " Mulman
Türkler muhakkak ki, Avrupa tarihinin ve yakın Asya tarihinin bildiği en halis efendi millettir. Kayzerling
"Türk milleti ikibin yıldır profesyonel askerdir. Bütün Türklerin mesleği askerliktir. " "Dünyanın hangi ordusuna sorarsanız sorun, Türk askerinin karşısında düşünmenin hiç de kolay olmadığını veya olamayacağını size söyler." Donaldson
Türk kadınlarının en büyük süsü Türk oluşlarıdır. Onlar süslenmek için elmas veya zümrüt takınmıyorlar, belki üzerlerinde taşıdıkları o taşları süslemiş ve kıymetlendirmiş oluyorlar. Çünkü her Türk kadını canlı bir inci ve paha biçilmez bir pırlantadır. Lady Mary Wortley Montagu
"Türkler ölmeyi biliyorlar, hem de iyi biliyorlar. Ben de ölmeyi bilen bir milletin yenilmeyeceğini bilecek kadar tecrübeliyim. Burada hiç yoktan ordular kurmak ve bu orduları ölüme sürüklemek mümkün. Bu imkanlardan bol bol faydalanıyorum. Fakat, meydana getirdiğim orduları sendeleten bir engel var: Türklerin yaşayan hatıraları! Üç-dört yüzyıl önce her kudreti ve her milleti yenen Türkler, şimdi de silinmez hatıralarıyla her teşebbüsü sendeletiyorlar. Hemen her yürekte bu korkuyu seziyorum. Demek ki yalnız Türkleri değil, onların tarihini de yenmek lazım. Bu durumda ben, Türklerin düzinelerle milleti idare etmelerindeki sırrı da anlıyorum. Onlar milletleri bir kere yeniyor fakat kazandıkları zaferleri ruhlara ve nesillere nakşedebiliyorlar." M. Montecuccoli (Avusturyalı Komutan)
İnsanlari yücelten iki büyük meziyet vardır: Erkeğin cesur kadının namuslu olması. Bu iki meziyetin yanında hem erkeği, hem kadını şereflendiren bir meziyet vardır. İcabında tereddütsüz canını feda edebilecek kadar vatanına bağlı olmak. İşte Türkler bu meziyetlere ve fazilete sahip kahramanlardır. Bundan dolayıdır ki Türkler öldürülebilir, lakin mağlup edilemezler. Napoleon Bonaparte - Fransız İmparatoru Türk, asillerin asilidir. yapma olmayan, gösterişi bulunmayan bu pek yüce asalet ona tabiatın hediyesidir. Pierre Loti
"Poltava'da esir oluyordum. Bu, benim için bir ölümdü, kurtuldum. Buğ nehri önünde tehlike daha kuvvetli olarak belirdi. Gene kurtuldum. Fakat bugün esirim. Türklerin esiriyim. Denizin, ateşin ve suyun yapamadığını onlar yaptılar, beni esir ettiler. Ayağımda zincir yok. Zindan da değilim. Hürüm, istediğimi yapıyorum. Lakin gene esirim; şevkatin, ülüvvü cenabın, asaletin, nezaketin esiriyim. Türkler beni işte bu elmas bağa sardılar." Demirbaş ŞARL
"Türklerden bahsediyorum... Düşmanına saldırırken amansız bir kasırgaya, korkunç bir denize ve insafsız bir yıldırıma benzeyen Türk; dost yanında ve silahsız düşman karşısında bir seher yelidir, berrak bir göldür. Gönül açan bu yeli yıldırma, göz kamaştıran bu gölü coşkun bir denize çevirmek tabiatı da inciten bir gaflet olur." Tasso - İtalyan Şair
Eğer bir Türk devleti olmasaydı mutlaka yaratmak gerekirdi. THIERS
Savaşın zevkini almak isteyen herkes Türklerle savaşmalıdır. Towsend (İngiliz Komutan)
Bütün milletler arasında en namuslu ve dostluk kurmada tereddüt edilmeyecek olan yalnızca Türklerdir. Henüz yabancı tesiri altında kalmamış olan bir köye gidecek olursanız; gerçek misafirperverliğin ne demek olduğunu oradagörüp öğrenirsiniz. William Martin
Türk askeri cesurdur. Anavatanını sever ve onun için gerekirse çekinmeden canını feda eder. Albert Einstein
Çanakkale'de başarılı olamadık. Nasıl başarılı olurduk ki? Zira Türkler yuvasına girilmiş aslanların hiddetiyle, cüret ve cesaret kahramanlığı ile savaşıyorlardı. Böyle bir millet görmedim. Sir Julien Corbet
Türk'ün güzel yüzünü, kuvvetli endamını, pırıltılı kostümünü, zarif tavırlarını, kibar gülüşünü, aslanca kükreyişini fırçayla göstermek mümkündür. fakat pek güç olan, türkün özünü göstermektir. bu öz, ayışığı gibi görülür fakat gösterilemez. Decamps (Fransız ressam) Türk toplumunda kişisel nitelik ve değer dışında hiçbir şeye önem verilmez. Baron Büsbek
Bu Adamın Hayatı Çok İlginç
Mick Dodge, 25 yıldır ağaçlarda yaşayan, dişlerini kozalakla temizleyen bir adam. İki yıldır hayatı ABD’de National Geographic’te yayınlanıyor. Efsane haline gelmesi de bu TV programının bir uzantısı.
Mick Dodge, aam 25 yıl önce ölen babasının küllerini savurmak için bir yer ararken şehir hayatından uzaklaşma kararını da aldı.
Ayakkabı giymeyi şimdi hayatını sürdüğü Washington eyaletinin batısındaki Olimpik Yarımadası’nda bulunan Hoh Yağmur Ormanları’na yerleştiği anda bıraktı.
İki yıl önce National Geographic kanalı ona program yapmayı teklif ettiğinde de “Hayır” demedi. Şimdi neredeyse her Amerikalının bildiği Mick Dodge efsanesi ünvanını da böyle kazandı. Kendisiyle yapılan bir röportajda “Hiç eve dönmek istediğiniz oldu mu?” sorusuna, “Evet bir kere döndüm. Çünkü ayaklarım çok deforme olmuştu ve sürekli acıyorlardı.

Artık zor yürüyebildiğim noktada yaptım bunu. Ayaklarım şifa buldu ama bu sefer şehir hayatında boyun, sırt ve kalp ağrısı çekmeye başladım. Bu ayak acımdan daha da kötüydü. Hemen geri döndüm. Şimdi ayaklarım daha güçlü” diye cevap verdi.
“İnsanlar hep bir ev sahibi olma derdinde. Bunu buradan bakınca kendini bir kutuya kapatma fikri gibi görüyorum.
Konfor, alışkanlıklar, ayakkabı gibi fiziksel eşyalar, makinalar, cep telefonları bunlar hep insanı evcilleştirmek için var.
Sınırlarını çizmek, bir noktada kalmasını sağlamak, izlemek için.” Artık ünlü biri olduğu için kendisini görmeye gelenlerin ilk önce ayakkabılarını çalıyor Dodge. "Giymek için değil, onlar çıplak ayak yürümeyi öğrensinler diye. Bu her şeyin başı. İlk önce ayaklar kurtulmalı zincirlerden” diyor gülerek.
İki yıl önce National Geographic kanalı ona program yapmayı teklif ettiğinde de “Hayır” demedi. Şimdi neredeyse her Amerikalının bildiği Mick Dodge efsanesi ünvanını da böyle kazandı. Kendisiyle yapılan bir röportajda “Hiç eve dönmek istediğiniz oldu mu?” sorusuna, “Evet bir kere döndüm. Çünkü ayaklarım çok deforme olmuştu ve sürekli acıyorlardı.

Artık zor yürüyebildiğim noktada yaptım bunu. Ayaklarım şifa buldu ama bu sefer şehir hayatında boyun, sırt ve kalp ağrısı çekmeye başladım. Bu ayak acımdan daha da kötüydü. Hemen geri döndüm. Şimdi ayaklarım daha güçlü” diye cevap verdi.
Konfor, alışkanlıklar, ayakkabı gibi fiziksel eşyalar, makinalar, cep telefonları bunlar hep insanı evcilleştirmek için var.
Sınırlarını çizmek, bir noktada kalmasını sağlamak, izlemek için.” Artık ünlü biri olduğu için kendisini görmeye gelenlerin ilk önce ayakkabılarını çalıyor Dodge. "Giymek için değil, onlar çıplak ayak yürümeyi öğrensinler diye. Bu her şeyin başı. İlk önce ayaklar kurtulmalı zincirlerden” diyor gülerek.
Amerika Ay'a Gitmedi mi? İşte Cevabı...
ABD'nin Ay'a hiç gitmediğine inananlardan mısınız?
Üzerinden yıllar geçmiş olsa da insanoğlunun kafasında hala bazı sorular cevap bulmuş değil. Gitti, gittiyse şimdi neden bir insan gidemiyor. O zamanın teknolojisi müsade ediyorsa bugün her dakika git gel yapılabilmesi gerekmez mi? İşte insanların kabul edemediği ve açıkçası merakta uyandıran, ikileme düşüren o iddialar ve mantıklı gelebilecek antitezleri.
Ay yüzeyindeki gölgeler
İDDİA 1. Aya iniş fotoğraflarındaki ışıklandırmanın yapay olduğu savı. NASA'nın Ay yüzeyinde kullandıkları tek ışık kaynağını güneş olarak belirtmesine karşın fotoğraflarda bu tezi çürüten gölgeler olduğu iddiası.
CEVAP 1. Ay yüzeyindeki tek ışık kaynağı güneş değildir. Güneş ışığı, ay yüzeyinden yansıyarak farklı açılardan gelen bir ışık kaynağı oluşturur. Tüm Apollo inişlerinde gökyüzünde bulunan Dünya da Ay yüzeyini aydınlatan kuvvetli bir ışık kaynağıdır. Dünya, Ay yüzeyini Ay'ın Dünyada görünen ışığından daha kuvvetle aydınlatır.
İDDİA 2. Ay yüzeyinde sıcaklığın -170° ila +150°C civarında olması nedeniyle aya gerçekten inmiş olmaları durumunda Neil Armstrong ve Buzz Aldrin'in fotoğraf makinelerinin vesaire erimiş veya donmuş olmaları savı...
CEVAP 2. "Donma" suyla ilgili bir olayı kast ediyorsa, ay yüzeyinde nem yapabilecek su bulunmadığı için mümkün değildir. Makinelerin kendileri kast ediliyorsa, zaten katı hâlde, yani "donmuş" durumda olan metal, elyaf ve camın tekrar donması riskinden bahsetmenin anlamı kalmamaktadır. Ay yüzeyindeki sıcaklık yüksek olmakla birlikte, fotoğraf makinelerinin aksamını eritecek denli yüksek değildir. Isının fotoğraf filmlerine ulaşması, ısı önleyici optik kaplama ve boyalarla sağlanmıştır.
İDDİA 3. Bazı video görüntüleri: Mesela A-15 filminde bir astronotun omuz hizasından cisimleri bırakış sahnesinde cisimlerin hızı ve katettikleri mesafe analiz edildiğinde bu görüntünün ya Dünya'da çekilip yarı hızda oynatıldığı ya da ayda olduğu iddia edilen astronotun sadece 115 santimetre boyunda olması gerektiği iddia edilmiştir. Atmosfersiz ve dolayısıyla rüzgarsız ve oksijensiz ay yüzeyinde Amerikan bayrağının dalgalanması ve LEM örümceklerin Ay yüzeyinden kalkarken ateş ve duman çıkarmalarının imkansızlığı öne sürülmüştür.
CEVAP 3. Bayraklar astronotların bayrağı dikmesi sırasında titreşimden ve yanından geçerken statik elektriklenme nedeniyle kıpırdamıştır. Bunun dışındaki "dalgalanma" hissi, bayrakların buruşuk gözükmesinden kaynaklanmaktadır. Filmlerde bayrağın (dikilme sırasındaki titreşim bittikten sonra) hareket etmediği görülmektedir.
İDDİA 4. 1969-1972 yılları arasında devam eden Apollo projesinden sonra NASA'nın bir daha aya gitmekteki isteksizliği .
CEVAP 4. Apollo Projesi, Uzay Yarışı'nı kazanmak için yapılmıştı. Yarış bir kez kazanıldıktan sonra pahalı Ay uçuşlarını sürdürmek için gerek kalmadı. Nitekim Sovyetler de yenildikleri ortaya çıkınca kendi Ay projelerini iptal ettiler.
İDDİA 5. Astronotları 6 kere aya gotürüp getiren LEM araçlarının bu olaylardan önce veya sonra tarafsız otoritelerce test veya tetkik edilmediği savı.
CEVAP 5. Ay'a inişte kullanılan LM modülü Dünya'ya dönmek üzere tasarlanmamıştır. Başarıyla Ay'a inilen uçuşların LM modüllerinin iniş kademeleri Ay yüzeyinde indikleri noktadadır. Dönüş kademeleri ise görevini tamamladıktan sonra yine Ay yüzeyine düşmüştür. Ay'a iniş yapamayan Apollo 13'ün LM modülü Dünya atmosferine girerken yanarak yok olmuştur. Dolayısıyla bu modüllerin iniş sonrasında kimse tarafından test veya tetkik edilmesi imkansızdır. Uçuş öncesinde ise tüm modüller pek çok teste tabi tutulmuştur (titreşim, yalıtım, iletişim, vs.)
LM modüllerinin son derece iyi test edildiği, hiçbir uçuşta önemli bir sorun çıkarmamasından da anlaşılmaktadır. Apollo 13 görevi sırasında LM, tasarlandığı başlıca amaç olan Ay'a yumuşak iniş yapmak ve geri dönmek dışında bir amaçla, astronotlar için bir tür cankurtaran sandalı olarak kullanılmış, diğer Apollo modüllerini başarılı olarak Dünya'ya kadar taşımıştır.
İDDİA 6. Apollo araçlarda bulunan ve 2 kb RAM, 36 kb ROM kapasitede çalıştığı belirtilen ilkel analog bilgisayarın [Apollo Guidance Computer] modern bir elektronik kol saatinden daha az işlem gücüne sahip olması bakımından aya gidişte yetersiz kalacağı.
CEVAP 6. Apollo uzayaraçlarında kullanılan ana bilgisayar, Apollo Guidance Computer (AGC), analog değil dijital bir bilgisayardı. Bu, 1960'lar için ilkel değil gelişmiş bir bilgisayardı. Görevi, Apollo uzayaracının seyir ve komuta kontrol sistemini (PINGS) yönetmekti. AGC'nin işlem gücü, PINGS'i idare etmek için yeterliydi, ancak uzayaracının rotası ve konumu yerdeki ölçüm tesisleri tarafından daha yüksek kesinlikle saptandığından, belli aralıklarla konum ve rota bilgileri yerden güncelleniyordu. Yani Apollo tamamen kendi içindeki bilgisayara bağımlı değildi. Nitekim Ay'a ilk iniş yapan uzayaracı olan Apollo 11, AGC'nin hata modunda olduğu sırada iniş yapmıştır.
Sovyetler'in bilgisayar teknolojisi ABD'ninki kadar iyi olmadığı için, kendi Ay projelerindeki uzayaracı LK'ya seyrüsefer için programlanabilir dijital bir sistem yerleştiremediler. Onların bulduğu çözüm daha basitti, analog bir hesap makinesi, oluşabileceği düşünülen tüm acil durumları belirlenen sırayla dikkate alıyordu. Ancak bu daha basit çözüm dahi Ay uçuşu için yeterliydi.
On Beş Metrelik Yangeç Görüntülendi

Göl Canavarı Kameraya Yakalandı
İskoç efsanesi Loch Ness canavarını andıran yaratığa İzlandalılar "Lagarfljotsormurinn" adını verdi.

Dev bir yılan gibi yüzen yaratığın bir nehirde görüntülendiği öğrenildi. Bu görüntülerin gerçek olup olmadığı konusunda tartışmalar var. Bir kısım videonun gerçek olduğunu düşünürken bir kısım çevre ise videonun gerçek olmadığını düşünüyor.
Bu görüntülerin gerçek olduğunu düşünmek bile insanı heycanlandırıyor.
Dünyamız da insan oğlunun merak ettiği ve bilmediği o kadar çok şey var ki....
İzlanda'da tuhaf bir yaratığın görüntüleri videoya kaydedildi. İşte O Görüntüler.....
Easter Paskalya Adasındaki Sır Perdesi Çözülemiyor

Bir başka bilgi ise heykellerin bazıları yarım bırakılmış ve heykellerin karaya nasıl taşındığı bilinmiyor. Ağırlıkları konusunda tonlarca ağırlıkta olan bu heykellerin kim tarafından yapıldığı da bilinmiyor çünkü buna dair hiçbir iz yok… Bağlı olduğu Şili’den 3.700 kilometre uzaklıkta yer alan Paskalya (Eastern) adası’nın diğer bir adı da “Rapa Nui”. Paskalya adası 163 kilometrekare yüzölçümüne sahip olup, Pasifik Okyanusu’nda dünyadan izole olmuş küçücük üçgen şeklinde bir adadır. Kendisine en yakın kara parçası 2.000 kilometre uzaklıktaki 50 kişilik nüfusu ile Pitcaim adası. Paskalya Adası ve üzerindeki Moai heykellerinin sırları yıllardır çözülemediğinden halen dünyadaki en gizemli bölgelerden biri. Paskalya adası “Moai” denilen heykelleri ile ünlü. Zamanında 1.000’in üzerinde olduğu varsayılan devasa heykellerin 638 tanesi kayıt altına alınabilmiş. MS 100-1600 yılları arasında yapıldığı düşünülen heykellerin boyları 1 metre ile 22 metre arasında değişiyor. Gövde üzerine yerleştirilmiş koca kafalı heykellerin kafaları üzerine “sorguç” denilen her biri 10 ton civarında olan fes gibi kırmızı yuvarlak bir taş oturtulmuş. Bu heykellerin en büyüğünün ağırlığının 100 ton olduğunu söyleniyor. Bu heykeller yapılırken volkanik kayalar oyularak yatar pozisyonda şekilleri verilmiş. Daha sonra ana kaya parçasından ayırılarak ayağa dikilmişler. En büyük Moai heykeli "El Gigante" olarak adlandırılıyor. Ancak bu heykel henüz ayağa dikilmemiş eğer dikilmiş olsa boyu 2 metre ve ağırlığının 160-180 ton arasında olacağı tahmin ediliyor. Adanın simgesi olan kafasal heykeller genellikle sahil kesimlerine ahu denilen platformlar üzerine yerleştirilmiş. Heykellerin bazıları yerlere saçılmış vaziyette. Bu platformlar tören alanı olarak düşünülmüş. Heykellerin yüzü yerleşim yerine bakıyor. Denize sırtları dönük şekilde yerleştirilmiş. Ahu denilen platformların yapımı aynı Peru’daki inka yapılarına benziyor. Büyük taş bloklar öyle güzel kesilerek yerleştirilmiş ki, araya jilet bile sokamıyorsunuz. Özellikle de Ahu Vinapu’daki duvar Inca mimarisine has güzel bir örnektir. Bu duvarların aynısı Peru’da Ollantaytambo’da da vardı. Bu da bize şunu düşündürüyor; Acaba zamanında Inkalar Rapa Nui’ye gelerek mimarilerini buradaki insanlara mı öğrettiler? Adadaki dev heykeller klanlar arası savaş ve 1960 Şili depreminde çok zarar görmüş. Ada 1888’de Şili hakimiyetine geçmiş. Adadaki yerel halk Rapa Nui ruhu ile yaşıyor; gelenek, göreneklerini devam ettiriyorlar, festivallerini kutluyorlar ve kendi dillerini kullanıyorlar.
Adanın pek çok yerinde gördüğümüz bu heykellerin ne için, ne amaçla, kimler tarafından yapıldığı tam olarak bilinmiyor. Heykellerin yapımına Rano Raraku bölgesinde başlanıldığı düşünülüyor. Bu nedenle bu yer Moai’lerin "doğum yeri" olarak kabul edilir. Adaya ilk gelenlerin MS 400’de Polinezya’lılar olduğu söylenmekte. Adadaki Las Dos Ventanas mağarasında bulunan insan kemiklerinden adanın ilk sahiplerinin Polinezya nesli olduğunu düşündürüyor. Paskalya adasında yaşayan Rapa Nui yerlileri, Mooriler, Tahitiler, Havaililer Güneydoğu Asya’dan gelen Polinezyalılar olarak biliniyor. Adaya ilk 1722’de Hollandalı kaptan Jacop Roggeveen gelmiş, ama pek kayda değer bulmamış. Daha sonra 1770 senesinde İspanyol Felipe Gonzales buraya gelerek, adayı İspanyol egemenliğine almış. Ancak İspanya da adaya kayıtsız kalmış. 1774’de James Cook adaya ikinci kez gelmiş, ama savaşmaya değmeyecek bir ada olarak kayıtlarına geçirmiş. 1786’da Fransız Kont Jean Francois de La Perause, 16. Ludvig’in emri ile adanın haritasını çıkarmak için adaya gitmiş. Avrupalıların adaya gelip gitmesi ile adada salgın hastalıklar baş göstermiş. Ağaçların yok edilerek eko sistemin bozulması, köle ticaretinin başlaması, 17. yy.’da azalan kaynaklar yüzünden klanlar arasında çıkan çatışmalar neticesi nüfus kırılmış. 1887’de yapılan müdahalelerle palmiye ağaçlarından oluşan ormanlar yok olmuş, yerini adaya özgü çalılık guave ve otluklara bırakmış.
Adada 3 adet sönmüş volkan bulunuyor. Bunlar Rano Raraku, Poike ve Maunga Trevaka. Adada patates, şeker kamışı, tropik meyveler yetişiyor. At, sığır, koyun, domuz ile Büyük Okyanusa özgü pek çok deniz kuşu yaşamakta. Adaya özgü dev kalamarları ve sadece bu adada bulunan “Cypraea englerti” adında salyangozları bulunuyor. Ada 1967’den beri turizm anlamında gelişmeye başlamış. Şili ve Tahiti’den uçak seferleri başlatılmış. Limanı küçük olduğundan adaya düzenli feribot seferleri yapılamıyor. Adadaki turizm amaçlı otel ve moteller beklentimizin çok üzerinde. Paskalya Adası, 1995 yılında UNESCO dünya mirasları listesine alınmış. Adanın nüfusu 4.000 civarında olduğunu söylüyor rehberimiz. Ada yöresel müzikleri ve dansları ile de ilgi çekici. Özgün dansları ile hoş bir gece geçirttiler bizlere. Adada bisiklet turları da organize ediliyor. Bisiklet turu alıp adayı dolaşmak oldukça keyifli.
Burası sessiz, sakin, dünyadan tamamen izole bir kara parçası. Adanın etrafı okyanusun aşındırdığı kayalıklarla kaplı. Denize girme açısından kumsal, plaj çok az. Denize girilebilecek en uygun plaj Anakena. Bembeyaz kumsalı, turkuaz rengi pırıl pırıl denizi ve palmiyeleri ile davet ediyor insanı. Adanın en güzel yerlerinden biri denizden 300 metre yükseklikteki seyir sahanlığı. Seyir sahanlığı kıyıdaki kayalıklarla Rano Kau volkanı arasında yer alıyor. Bu düzlük alanda eski kasaba yaşantısına ait kalıntıları görüyoruz. Bu bölgede bir krater gölünü de bulunuyor. Ada dev heykelleri ile ve burada yaşayan kabileleri ile ünlü. Easter-Paskalya adası sörf yapanlar için de bir cennet.
Oyuncak Bebekler Adası Efsanesi
Çünkü bu adanın her yeri yüzlerce oyuncak bebekle kaplı.
Kirli elbiseleri, dolaşık saçları, yuvalarından fırlamış gözleri, kopuk kol ve bacaklarıyla bu bebeklerin burada toplanma hikayesi çok ilginç.
Yapay adanın bulunduğu arazi bir zamanlar Don Julian Santana adlı bir çiftçiye aitmiş.
Efsaneye göre 1950 yılında küçük bir kız civardaki bir kanalda boğulmuş ve kızın ruhu Santana'yı rahatsız etmeye başlamış.
Bunun üzerine Santana da kendisini hayaletten
korumak için çöplerden ve sokaklardan bu oyuncak bebekleri toplayıp
ağaçlara asmaya başlamış.50 yıldan fazla süre boyunca bin 500'den fazla oyuncak bebek toplamış. Bebeklerin en eskisi de adanın girişinde asılı duruyor ve uzaktan bakıldığında çürümekte olan bir çocuk bedenini andırıyor.
2001 yılında hayatını kaybeden Santana'nın mezarı da adada bulunuyor.
Bugün turistik bir merkez haline gelen adayı da kuzeni Anastasio işletiyor.
Anastasio, "Küçük kızın ruhu hala burada. Bebekleri o nedenle kaldırmıyoruz" diyor.
Bebeklerin geceleri canlandığını da iddia eden Anastasio, "Kafalarını kıpırdatıp birbirlerine bir şeyler fısıldıyorlar. Çok korkunç ama ben alıştım" diyor.
Efsanevi Yılanlar Bu Resim Gerçek mi?
Efsaneye göre 100 ft (30 METRE) uzunluğunda olan ejderha başlı canavar yılanın nehirde yaşadığına inanan yerlilier Baleh nehri boyunca yüzen bu yılan fotoğrafını görünce korkuya kapıldı.
Bölgedeki sel felaketi nedeniyle incelemeler yapan bir afet ekibi tarafından helikopterden çekilen bu fotoğraf devasa bir yılanı gösteriyor. Fotoshop olup olmadığı tartışma konusu olan bu fotoğraf canavar efsanesinin geri dönmesine yetti. Kuala Lumpur'da günün konusu haline gelen dev yılanla ilgili hükümet yetkilileri bile teker teker açıklama yapıyor. Daily Mail Gazetesi'nde yer alan habere göre Kuala Lumpur'un saygın gazetesi New Straits Times okuyucularına söz konusu fotoğraf hakkındaki düşüncelerini soran bir anket düzenledi. Bazı köylüler bu yılanı gördüklerini iddia ederken, kimileri de bu fotoğrafın düzmece olduğunu iddia etti. Bu ayın başlarında bilimadamları otobüs uzunluğunda , bir küçük araba ağırlığında ve inek büyüklüğünde hayvanları yutabilecek kadar iri bir yılana ait fosil bulmuşlardı.Gerçek olmadığı düşülsede gerçeklik payı var. Hayal gücünüzü zorlayın yorumlarınızı bekliyoruz...
Bataklık Vaşağı Adana'da İlk Defa Bu Kadar Net Görüntülendi
Vaşaktan küçük yaban kedisinden büyük olan bu hayvan ender görülür. İyi bir avcı olan saz kedisi suda avlanan ender kedi Türlerinden biridir.
Kemiriciler, kuşlar, sürüngenler, kurbağalar, böcekler, tavşanlar, domuz yavruları ve bazen de çürümemiş leşlerle beslenirler. Hasta ve sakat bireyleri öncelikle avlarlar. Böylece avladıkları türlerin popülasyonlarının sağlıklı kalmasını ve sayılarının dengede tutulmasını sağlarlar. Diğer yırtıcı türlerden korunmak, avlanmak için ağaçlara da tırmanabilirler.
Endemik türlerden olan ve nesli tehlike altındaki ’bataklık vaşağı’ olarak da bilinen ’saz kedisi’, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisi Onur Özcan tarafından Adana’da bulunan Akyatağan Milli Parkı’nda en net şekilde fotoğraflandı.Ekolojik unsurlara ve yaban hayatına olan ilgisi nedeniyle saz kedisini fotoğraflamak üzere ’Devbelgesel’ kurucularından Cavit Bilen ile birlikte Adana’da kamp kurduklarını belirten Onur Özcan, saz kedisiyle nasıl karşılaştıklarını şöyle anlattı:
"Saz kedisinin yoğun olarak yaşadığı yerleri bulduk ve iz takibi, yemleme, parlama gibi yöntemlerle kediyi orman içerisinde aramaya başladık ama bir türlü rastlaşamadık. Umutlarımız tükenirken orman dönüş yolunda karşımıza çıktı."
Hemen fotoğraf makinelerini çıkarttıklarını ancak yetersiz koşullar ve teknik sorunlar nedeniyle bu fırsatı kaçırdıklarını dile getiren Onur Özcan, 7’nci Orman Bölge Müdürlüğü izniyle doğa koruma projelerinin gerçekleştiği bir odalı orman evinde kaldıklarını ve buradan sabah çıkıp gece geç saatlere kadar araştırmaları sürdürdüklerini söyledi.
Bir süre sonra saz kedisinin izini bularak takibe başlayan Özcan, "Ormanda izlere yem bıraktım, kontrol ettiğimde bazı yemler yenmişti, bunları tekrarladım. Ertesi gün kamuflaj çadır ile pusu kurduk. Geceye doğru uykum geldiğinde bir çıtırdı duydum ve hemen 10 metre önümdeki kediyi gördüm. Beni görmese de seziyordu, çok ürkekti. Daha sonra kedinin bir çok fotoğrafını çektik" dedi.
Akyatağan’ın milli park olmasına rağmen yoğun av ve insan baskısı olduğuna dikkat çeken Onur Özcan, diğer türlerin yavruları yiyebileceğine dikkat çekerek, saz kedisi türünün geleceği konusunda endişe duyduğunu aktardı.
Kara Güneş Kuşların Bu Yağtığı Açıklanamıyor
Bu Hayvanın Hangi Tür Olduğunu Çözülemedi
Meksikalı köylülerin, koyunlarını, keçilerini ve tavuklarını kanları
emerek öldürmekle suçladığı ve adına “Chupacabra” dedikleri efsanevi
canlı olabileceği konuşulan yaratığın tüyleri hastalıktan dökülmüş bir
rakun olabileceği de iddia ediliyordu. Teksas Doğal Yaşam Parkı’ndan Mike Cox, “Böyle bir teste gerek yok. Chupacabralar hayali yaratıklar” dedi.
Resimlerde görünen bu hayvan bir çok hayvanın karışımı bir canlıya benziyor. Köpek, rakun, fare karışımı bu hayvanın hala ne tür bir canlı olduğuna dair bir bilgiye ulaşamadık. Bu hayvandan başka var mı? Varsa bugüne kadar neden hiç görülmedi yakalanmadı, Yoksa farklı tür hayvanların çiftleşmesiyle meydana gelen tek örnek bişey mi? hayal gücünüze kalmış... Yorumlarınızı merak ediyorum... Efsanevi Yaratığı Uydu Yakaladı
Şimdi son iddia ise uydu görütülerine takılan aşağıdaki bu kare..
İskoçya'daki Loch Ness gölünde yaşadığına inanılan ve bir nevi göl dinozoru olduğu iddia edilen bu yaratıkla ilgi yıllardır çok sayıda araştırma yapıldı.
Hayvanın varlığıyla ailgili ilk ihbar 1933 yılında yapıldı. Yılan kafalı uzun vücutlu bir canavar olduğu iddia edilen Loch Ness sakinine Nessie deniyor. Türkiye'de Van gölü Canavarı benzeri bir olaya benziyor.
Görüntüde büyük bir balığa hatta balinaya benziyen bu resimdeki yaratık gerçekten var mı? Varsa eğer acaba nasıl burada yaşıyor ne tür bi hayvan vb bir çok soru akıllara geliyor. Hayal gücünüzü zorlayın bakalım...
Farkında Olmadığımız İnanılmaz Gerçekler
Bunları Biliyormuydunu?
Gizemli Çocuk Mumyası 94 Yıldır Gözlerini Açıp Kapatıyor
Gizemli mumyanın sırrı çözüldü
Belki
de tarihin en gizemli mumyalarından biri o. Onu diğerlerinden ayıran en
tuhaf yanı ise 94 yıldır gözlerini açıp kapaması. Doğaüstü olarak
yorumlanan bu duruma sonunda bilim dünyası da bir açıklama getirdi.
İtalya'da 1918 yılında doğduktan sonra 1920 yılında hayatını kaybeden
Rosalia Lombardo'nun mumyasının hiç bozulmaması, cesedinin bulunduğu cam
tabut içinde 94 yıldır göz kapaklarını açıp kapatması mumyayı gizemli
kılmıştı.
Ancak son araştırmalar paranormal olarak tanımlanan mumyanın gizemine bilimsel açıklık getirdi. Doktor Alfredo Salafia tarafından mumyalanan 2 yaşındaki küçük kızın damarlarına bir sıvı enjekte edildiği biliniyordu. Ancak sihirli bileşimin ne olduğu doktor tarafından asla açıklanmamıştı.
Ancak son araştırmalar paranormal olarak tanımlanan mumyanın gizemine bilimsel açıklık getirdi. Doktor Alfredo Salafia tarafından mumyalanan 2 yaşındaki küçük kızın damarlarına bir sıvı enjekte edildiği biliniyordu. Ancak sihirli bileşimin ne olduğu doktor tarafından asla açıklanmamıştı.
Yakın zamanda Alfredo Salafia'nın el yazmalarında bulunan formülleri
inceleyen İtalyan bilim adamları küçük kızın glicerine, çinko ve klor,
salistik asitli bir karışımla mumyalandığını ortaya çıkardı. O karışım
küçük kızın bedenini hala ilk öldüğü zamanki gibi tuttu. Mumyanın bu
bileşim sayesinde bozulmadığı belirlendi.
Diğer bir iddiaya göre ise Rosalia Lombardo'nun göz kırpması sadece
görsel bir hileden ibaret. Tabutun bulunduğu yerdeki ışık oyunu
sebebiyle mumyanın gözleri açılıp kapanıyor gibi görünüyor. Aslında
küçük kızın gözleri tamamen kapalı hiçbir zaman olmadı. Bir illüzyon
olduğu söylenen göz kırpmasında içeri sızan ışıklar ziyaretçilere bir
oyun oynuyor.Gizemin aydınlanması için tabutu sürekli izleyen ve fotoğraflayan
araştırmacıların iddiasına göre içeri gelen ışık sebebiyle her 60
saniyede bir küçük kızın gözünün açılıp kapandığı algılanıyor.Dünya o gizemli küçük kızı cam tabut içinde hiç bozulmayan saçları ve masum görüntüsü sebebiyle "Uyuyan Güzel" olarak biliyor.
Kaydol:
Yorumlar
(
Atom
)
















